ONDÖRT
(Kısa öykü)
Bölüm 1.
O akşam, üzerinde devamlı çalışılan işlere özgü bir monotonluk içerisinde, yine gereken ayarlamaları yapmış ve teleskopumun başına oturmuştum. İncelediğim şey, Ventares yıldız kümesinin gerisinde yer alan sarmal tipli bir gökadaydı. Üniversiteden mezun olduktan sonra özellikle bu gök cismini seçmiştim. Çünki bu gökadanın bir yerinde bizim gibi akıllı canlılar yaşamaktaydı. Bunu biliyorduk, daha da ilginci bu bilgiyi hiç de alışık olmadığımız bir şekilde elde etmiştik. Bu bilgiyi bize onlar vermişti. Gönderdikleri uzay aracından arta kalan ve uzun araştırmalar sonunda birer yıldız haritası olduğunu anladığımız belgeler bize varlıklarını bildiren delillerdi. Tabii bu haritaları kendi görüş açılarına dayanarak yapmış, bununla da yetinmeyip evrensel madde formülleri kullanarak haritalarda yer alan yıldızların fiziki, kimyasal özelliklerini de belirtmeyi başarmışlardı. Bu da haritaları çözmemizde büyük kolaylıklar sağlamıştı. Belirttikleri yıldızların pek çoğu bizim göğümüzü de süslemekteydi. Konumları farklı olsa da madde yapıları gibi pek çok özellikten faydalanarak yerlerini tespit etmiştik. Tahmin edeceğiniz gibi yaşadıkları yer şu anda incelediğim sarmal gökada içindeydi.
Aslında bu işle uğraşmaya başlamam başta dostlarım olmak üzere pek çok kişinin hiç de hoşuna gitmemişti. Bunun sebepleri de doğrusu bir bilim adamı olarak kabul edemeyeceğim cinsten şeylerdi. Bu gök cismine lanetli gözüyle bakılıyordu. Halkın dilinde binlerce yıl öncesine dayanan korkunç söylentiler dolaşmaktaydı. Üniversitede okuduğum sıralar bu konu oldukça ilgimi çekmiş ben de boş vakitlerimi bu işle uğraşmaya ayırmıştım. Elde ettiğim sonuç oldukça düşündürücü, hatta korkutucuydu. Daha önce sözünü ettiğim uzay aracı bize yapımcılarının yerini bildirmekle kalmamıştı. Araç gezegen yörüngesine girdiğinde, yani bundan tam ikibindörtyüz yıl önce yerçekiminin fazla oluşundan dolayı gezegene düşmüştü. O zamanki bilim adamlarının henüz bilmedikleri nükleer enerjiyle çalışan motorları atmosferde parçalanmıştı. Sonuç ise beni bile dehşete düşürecek kadar korkunç olmuştu. Zaten kısıtlı bir alanda yaşamak zorunda olan ırkımız az kalsın tümüyle yok oluyormuş. Sağ kalan atalarımız ise, tamamen kötü bir raslantı olduğuna inandığım bu olayı düşmanca bir saldırı olarak kabul etmişler. Hatta intikam hırsına kapılan bazı gruplar kendi yarattıkları karanlık bir öğretiye, bu olayı sebep göstererek inanmaya başlamışlar. Olay zamanla eski berraklığını yitirmiş. Aradan geçen uzun yıllar bu olaya düşmanca bir saldırı gözüyle bakan kişilerin kurdukları gizli tarikatın daha da gizemli bir hal almasına yol açmış. Bu konuyu araştıran sosyal bilimciler inanışlarının neredeyse dini bir öğreti kimliğine büründüğü sonucuna varmışlardı. İntikam üzerine kurulu bir dini öğreti. Beni asıl hayrete düşüren şey bu gizli tarikatın halen yaşadığına dair güçlü delillerin bulunmasıydı. Aradan geçen onca yıl nasıl olur da bu boş inanışı çürütemezdi? Her seferinde güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başaran bu tarikatçılar, belirli tarihlerde garip ayinler düzenliyor ve düşmanlarından intikam alıyorlardı. Bu ayinlerde garip biçimli heykeller kullanıyorlardı. Son zamanlarda modern laser tüfeklerinden de edinmeyi başaran tarikatçılar ayinlerinin sonunda bu heykelleri paramparça ediyorlardı. Bu heykellerin sırrını büyük uğraşılardan sonra giriş izni aldığım Tarih Müzesi'nde çözmüştüm.
Çoğumuz bu müzenin, biraz etnosantrik bir eğilim olsa da dörtbin yıllık geçmişi ve saygınlığıyla evrende bir eşinin daha bulunamayacağına inanıyorduk. Tabiidir ki tüm toplumu ilgilendiren kilit hususlar öyle her isteyene gösterilmiyordu. Müze, korunma için de mükemmel bir emniyet abidesi haline getirilmişti. Giriş izni almanın sevinci içinde, gezegenimize düşen uzay aracından ele geçirilen tam ikibindörtyüz yıllık belgeleri inceliyordum. Aradığım şeyi bulmuştum: Belgeler arasında yer alan sarı renkli parlak bir plakanın üzerinde tarikatçıların heykellerini yaptıkları garip çizimler bulunuyordu. Benden önce burada çalışan araştırmacı,bu çizimlerin aracı gönderen canlı türüne ait olduğunu tahmin ettiğini belirten bir not düşmüştü. Tarikatçıların da bu notu okuduklarından kuşkum yoktu. Diğer araştırmalarımdan bu heykel meselesinin bin yıllık bir geçmişi olduğunu ortaya çıkarmıştım. Belki de tarikatçılar bindörtyüz yıllık bir süre sonunda inanışlarının zayıfladığını görmüş ve yeniden canlandırmak için bu tür ayinler yaratmışlardı. Son dönemde de heykel parçalama ayinlerine başlamışlardı. Öyleyse tarikatçılar müzeye girmeyi yakın tarihlerde başarmış olmalılardı. Her şey çok iyi anlaşılıyordu. Bu heykellerin şahsında düşman kabul ettikleri canlılardan intikam alıyorlardı. Peki, onca sıkı güvenlik önlemlerini nasıl aşmış da bu bilgileri ele geçirmişlerdi? Yoksa üyeleri arasında üst makamlardan kişiler de mi bulunuyordu? Bu benim için endişelenen dostlarımı haklı çıkaran bir düşünceydi. Fakat üniversiteden mezun olduktan sonra aklımda hep bu boş inanışlarla savaşmak düşüncesi vardı. Onun için de bu konuyla açıkça ilgilendiğimi ortaya koymalıydım. Ben de ilk adım olarak lanetli dedikleri o gökada ile ilgilenmeye başladım. Eski kayıtlardan bu gökada ile bizim sistemimizin hızla birbirine yaklaştığını öğrenmiştim. Öyleyse o akıllı canlılarla bir gün nasıl olsa karşılaşacağız. Daha ikibindörtyüz yıl öncesinden gezegenimize kadar ulaşabilen bir araç yapmaları bu karşılaşmanın çok daha erken olabileceğine inanmamı sağlıyor. Ben onların hiç de düşmanca düşüncelere sahip olduklarını sanmıyorum. O korkunç olay tamamen bir raslantı olmalıydı. Bu akıllı canlıların buraya ulaştıkları gün karşılaşacakları olayları düşündükçe içimi dayanılmaz bir korku sarıyor. Bu yüzden yaptığım araştırmalar sonunda, gerçeği halkıma anlatmak konusunda büyük bir sorumluluk duygusu hissetmeye başladım. Bu işi ben yapamasam bile arkamda fikirlerimi benimseyen ve amacımı gerçekleştirebilecek kişiler bırakmam gerekiyor. Bunu bütün benliğimle istiyorum, çünki bu evrensel yanlış mutlaka düzeltilmeli.
Çalışmalarıma güvendiğim bir kaç arkadaşımda katılıyor. Hepimiz halkın ve tarikatçılardan olduğunu sandığımız kişilerin arasına karışıyor, onlara gerçeği anlatmaya çalışıyoruz. Fakat sonuç hiç bir zaman istediğimiz gibi olacağa benzemiyor. Biz de yavaş yavaş bütün umudumuzu o akıllı canlılarla herkesten önce karşılaşmaya bağlıyorduk. Aradan ikibindörtyüz yıl geçmiş, hem bizim teknik alandaki bilgimiz artmış hem de aramızdaki mesafe eskisine oranla kısalmıştı. Bu nedenle çalışmalarıma o gökadaya doğru zeki canlıların çözebilecekleri türden mesajlar göndermekle başladım. Arkadaşlarımdan birinin sağladığı kolaylıktan faydalanarak, bu iş için astronomi derneğinin güçlü radyo teleskoplarından yararlanıyorum. Bize doğru gelen uzay gemileri beklediğimden her gün teleskopla düzenli araştırmalar yapıyorum. Arkadaşlarım ise bizi herkesten önce onların gemisine ulaştırma işinde kullanacağımız küçük hacimli bir uzay teknesi üzerinde çalışıyorlardı.
Teleskopun başına her oturuşumda kafamın içini buna benzer düşünceler istila ediyordu. Bunların arasına beni caydırmaya çalışan asi düşünceler de karışırdı ara sıra. Geleceklerse ikibindörtyüz yıldır neredeler? Başımıza gelen olay ya sadece bir raslantıysa? Bir an beni ikna eder gibi oluyorlar fakat, halkımın inatçılığı ve ikibindörtyüz yıllık bir deneyimle bunu ispatlaması eski fikirlerimin sağlamlığını pekiştiriyordu. Ben ve benim yaşadığım zaman sürecinin hiç bir önemi yoktu. Benim de en az ikibindörtyüz yıl yaşayacak ve bu boş inançlarla savaşacak bir düşünce sistemi yaratmam zorunluydu.
Tüm bu düşüncelerden hoş bir klik sesiyle sıyrıldım. Teleskop odak ayarını otomatik olarak yapmış ve fotoğraf çekmeye başlamıştı. Alınan fotoğrafları bilgisayara aktardım. Bilgisayar önceki fotoğraflar ile yenilerini karşılaştıracaktı. Alacağım sonuçtan ümitsizdim, bu yüzden işimi bir an evvel bitirip eve dönmeyi istiyordum. Bilgisayarın işi yarım saat kadar sürecekti. Ben de koltuğuma oturdum, astronomi bülteninin son sayısının sayfalarını isteksizce karıştırmaya başladım. İlginç bir makale zamanın su gibi akıp gitmesine yetmişti. Bu arada bilgisayar işinin bittiğini bildiren bir sinyal çalmaya başladı. Kalkıp verileri ekrana aktardım. İşte o an dondum kaldım. Ekranda sarı renkli bir ışık yanıp sönüyordu. Bilgisayar son fotoğraflarda hareket eden bir cismi tespit etmişti. Veriler bu cismin ne bir gezegen ne de bir yıldız olduğunu gösteriyordu. Bu mutlaka bir uzay aracı olmalı. Sanki daha iyi bir görüntü elde edecekmiş gibi teleskopa doğru uzandım. Tabii onca yıldız arasında bu cismi görmeme imkan yoktu. Sonra bir an durdum. Kendi kendime sakin olmalıyım deyip duruyordum. Yoksa onlar mıydı? Heyecan ve şaşkınlık yerini korku ve dehşete bırakıvermişti. Planımız düzenli işlemiyordu. Ne uzay teknemiz hazırdı ne de taraftar toplayabilmiştik. Tanrım neden bu kadar erken geldiler sanki diye geçirdim içimden. Hayır, hayır belki de bu cisim bir uzay aracı değildir. Bu fikir birden içimi ısıtıvermişti. Fakat gerçek tam korktuğum gibi ortaya çıkmıştı işte. Evet bu bir uzay aracıydı ve muhtemelen o canlılara aitti. Korku dolu günler başlamıştı. Teleskoptan elde ettiğim fotoğraflarda artık dev gibi bir uzay gemisinin görüntüsü uzayın kendine has tekdüzeliğini bozuyor. Bütün bu bekleyiş içinde beni en çok üzen şey ise elimden bir şey gelmemesiydi. Tek bir şansım var ki o da benden başka kimsenin bu geminin varlığından haberi olmamasına bağlı. Ne yapıp edip uzaylılara karşılaşacakları durumu anlatmalıyım, Ortalığın hâlâ sessiz oluşu bu işten kimsenin haberi olmadığını gösteriyor. Bu akşam arkadaşlarımla oturup uzun uzun bu konuyu tartıştık ve sonuçta beni son derece umutlandıran bir plan yaptık. Buna göre uzaylıların iniş yapacakları bölgeyi az çok kestirdikten sonra tam zıttı bir bölgede büyük bir kargaşalık çıkartacaktık. Dikkatler o yana çevrileceğinden yeterli bir zaman elde etmiş olacağız. Geriye ise sadece beklemek kalıyor. Ben ise büyük karşılaşmada oynayacağım role hazırlanmaya başladım. Bu karşılaşmada çok yardımı olacağını düşündüğüm bir takım belgelerin kopyalarını çıkardım. Bu belgeler uzaylılara aitti ve kendilerine ait şeylere sahip olduğumu görmelerinin anlaşmamıza yardımcı olacağına eminim. Tüm bu hazırlıkları yaparken uzay gemisi de doğrudan doğruya üzerimize geliyor. Tam olarak bilemiyorum ama uzaya gönderdiğim sinyallerin bunda rolü olduğunu sanıyorum. Nihayet iki hafta kadar sonra beklediğim gün geldi çattı. Uzay gemisi oldukça uzakta yer alan bir yörüngeye ulaştığında durmuş, öncü olduklarına adım gibi emin olduğum çok küçük araçlar ana gemiden ayrılmış gezegene doğru yaklaşmaya başlamışlardı.
Hemen fırladım ve uçarotoya atladım. Otonun dijital ekranında uzay gemilerinin ilerledikleri alanı tespit etmeye çalışıyorum. Evet, evet yerleşim merkezinin yaklaşık ikiyüz holomerre ötesindeki açıklığa iniş yapmaları gerekiyor. Bir kaç saniye daha bekledim. Bilgisayarın onaylayıcı çığlıkları arasında hızla yola çıktım. Oraya varmam on dakikamı aldı. Aracı çalılık bir yere gizledim. Elimde belgelerin içinde bulunduğu bir çantayla kayalıkların arkasına saklandım. Uzay gemilerinin atmosferde bıraktıkları duman izleri açıkça görülebiliyordu artık. Çok geçmeden garip biçimli uzay araçları tozlar içerisinde açıklığa inmeye başladılar. Tozlar çekilince inen araçların sayısının dört olduğunu gördüm. Daha fazla bekleyemezdim. Kayaların ardından çıkıp onlara doğru ilerlemeye başladım. Bu araçların çeşitli yerlerinde yanıp sönen kırmızı ve mavi renkteki ışıldaklar dışında hiç bir hareket yoktu. Ancak beni gördüklerine ve izlediklerine emindim. Vakit geçirmeden müzeden aldığım belgeleri görecekleri şekilde araçlara doğru tuttum. Bir takım aletlerle tuttuğum belgeleri incelediklerini hissediyordum. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordum, ancak oldukça uzun bir süre bu inceleme işlemi devam etti. Ben ise daha fazla hareket etmeden bir sonraki adımın onlardan gelmesini beklemeye karar verdim. Böylece iyi niyetle yaklaştığımı anlayacaklarını ümit ediyordum. Aniden önce soldaki, daha sonra da diğer araçların kapakları dumanlar çıkararak açılmaya başladı. Araçların içinden birer birer uzaylı konuklarım çıkmaya başladılar. Dış görünüşleri müzede gördüklerimden oldukça farklı idi. Ancak uzaylıların gövdelerinin yan ve alt tarafından uzanan çıkıntılar ve üst kısımdaki yukarlak bölüm genel hatları ile çizimdeki yaratıkları andırmaktaydı. O anda kafamda şimşek gibi bir düşünce çaktı. Elbette bu konuklar çizimde belirtilenlerdi. Sadece gezegenimizin atmosferine uyum sağlamak için özel kıyafetler giymişlerdi. Oysa bizim böyle bir sorunumuz yoktu. Solunum ve diğer yaşam fonksiyonlarımız çok kısa bir zaman içinde her türlü yaşam ortamına uyum sağlayabilmekteydi. Kafam bunlarla meşgul iken uzaylı konuklarımın bana doğru yaklaşmaya başladıklarını gördüm. Elimdeki belgeleri yere bırakarak biraz geriye çekildim. Bunlara yakından bakmalarını sağlamak ve yine düşmanca bir yaklaşım içinde olmadığımı anlatmak amacındaydım. Uzaylı konuklarım garip bir şekilde vücutlarının yan tarafından bulunan çıkıntıları yukarı kaldırarak belgelere kadar ulaştılar. Daha sonra bunları alarak uzun uzun incelediler. Bu arada bana da ses dalgaları ile bazı sinyaller göndermekteydiler. Duyduğum sesler müzedeki ses kayıtlarının aynısıydı. Artık hiç bir şüphe yoktu, beklenen uzaylı konuklarımız bunlar idi. Artık birbirimize çok yakın bir mesafede duruyor ve ilgi ile birbirimize bakıyorduk. Dostane bir karşılama yapmayı başardığıma artık emin olmuş idim, ancak işin en zor kısmını nasıl anlatacağımı hala bilemiyordum. Birer birer, kronolojik sıraya da dikkat ederek tüm olayı ve geçmişini gözler önüne seren görsel plakaları göstermeye başladım. Konuyu gerektiği gibi anlatacak şekilde dillerini bilmediğim için içimden lanetler yağdırıyordum. Gösterdiğim plakaları ilgi ile inceliyor ve birbirlerine iletiyorlardı. Onlara bir şeyler anlatmaya çalıştığımı anlamışlardı. Nihayet işin sonuna gelmiş ve ağır ağır tarikat mensuplarının yaratık heykelleri ile yaptıklarını göstermeye başlamıştım. Tarikat mensuplarının giydikleri kıyafetlerin kendimikinden farklı olduğunu işaret etmeye çabalıyordum, ancak uzaylı konukların rahatsız oldukları açıkça belli oluyordu. Yaydıkları ses dalgalarının frekansı değişmiş, hareketleri daha bir hızlı ve sert hal almış idi. Bir ara kendi aralarında tartışmaya başladıklarını anlar gibi oldum. O anda uzay araçlarının indiği alanın sol tarafında yeralan tepelerin ardından, havada hareket imkanı veren özel cihazlarla donanmış olan bir grup tarikat temsilcisinin ortaya çıktığını gördüm. Uzaylılar da bunu farketmişlerdi. Olay kontrolümden çıkmaya başlamıştı. Uzaylılar herhangi bir harekette bulunmasalar da sanki savunmaya geçer gibi kendi araçlarına doğru geriye çekilmeye başlamışlardı. Birden duyum organlarını sağır edercesine bir çatırtı ile laser tüfeklerinin ateş açtıklarını gördüm. Tarikat üyeleri dört bir yandan ateş açmışlar ve uzay araçlarından üçü tam isabet almıştı. Uzaylıların da ateşe cevap verdiklerini gördüm. Bizim laser tüfeklerinden farklı olarak ışın değil bir çeşit metal kapsül kullanmaktaydılar. Ancak tarikat üyelerinden isabet alan olmamıştı. Bir kaç saniye içinde gerçekleşen bu şok edici olayın etkisinden kurtulur kurtulmaz uzaylılara doğru ilerlemeye başladım. Uzay araçlarına geri dönerek kaçmalarını sağlamak istiyordum. O anda sırtımda laser ışının verdiği dayanılmaz bir acı hissetim ve hiç bir ses dahi çıkaramadan yere yıkıldım. Son gördüğüm dördüncü uzay aracının da alevler içinde yandığı idi. Bu trajediye engel olamamıştım........
Bölüm 2.
Keşif Ekibi Lideri Stas Darens’in günlüğünden alıntı :
14 ağustos 4251
Gezegen 14. Vyrgo araştırma gemisinin yola çıkışından 168. yıl sonra keşfedilmiş, üzerinde akıllı hayat olduğuna dair veriler olan ilk gezegen. Tüm seyahat boyunca incelediğimiz ve benim, yani Vyrgo ikinci nesilden gezegen bilimcisi Stas Darens’in de keşfine tanıklık etmiş olduğum 14. gezegen olduğu için adını Gezegen 14 olarak koyduk. Gezegen 14’den son iki yıl boyunca düzenli sinyaller almaktayız. Henüz içeriği çözülemeyen bu sinyallerin bizimle bağlantı kurmaya çalışan bir uygarlıktan geldiğine eminiz.
12 mayıs 4255
Vyrgo araştırma gemisi nihayet Gezegen 14 yörüngesine girdi. Üç gün sonra ilk keşif ekibini gezegene yollayacağız.
16 mayıs 4255
Felaket. Keşif ekibi gezegende saldırıya uğradı. Tüm ekibi kaybettik. Durum tespiti yapmak üzere Gezegen 14’e gönderilecek ikinci ekibin liderliğine ben atandım.
16 mayıs 4255
Stas – Komutan, dört gemi de kullanılmayacak halde zarar görmüş durumda......ne yazık ki ekipten kurtulan olmamış. Gezegen 14 sakinlerinin böylesi bir saldırgan tutum içinde olabileceklerini ihtimal dahilinde tuttuğumuz için hazırlıklı idik. Ancak bize karşı çok iyi planlanmış bir aldatmaca uyguladılar. Kara kutu kayıtlarına göre keşif ekibinin karşısına önce tek bir Gezegen 14 sakini çıkmış, elinde de bizim Voyager 2005’ten kalma bazı belgeler bulunmakta imiş. Ekip meselenin ne olduğunu anlamaya çalışırken saldırı gerçekleşmiş.
Vyrgo Araştırma Gemisi Komutanı Kawain – Saldırganlardan haber var mı ? Sayıları, kullandıkları silahlar ve bulundukları yer tespit edilebildi mi?
Stas – Kayıtlara göre ilk ortaya çıkanla beraber toplam 14 saldırgan tespit edildi. İlk gelen silahsız, diğerleri ise laser tüfekleri ile donanmıştı. Bu derece etkin çalışan laser tüfeği daha önce görmemiştim. Bellerine taktıkları bir cihaz sayesinde ise çok kolaylıkla havada hareket edebiliyorlar. Saldırıdan sonra kaçtıkları yer tespit edilemedi.
Komutan Kawain – Araştırma grubunun tespit ettiği yerleşim merkezine gitmiş olamazlar mı? Yok edilen keşif ekibi bilerek o bölgeden uzakta iniş gerçekleştirmişti. Artık mesele istemediğimiz bir şekil aldı ve Dünya Merkez konuyu askeri birliklere havale etmemizi talep ediyor. Askeri ekipleri yerleşim bölgesine gönderme emrini verdim. İki saat sonra yerleşim birimi yakınına çıkarma yapacaklar.
Stas – Komutan Kawain yalnız burada dikkatimi çeken iki şey var. O da ilk ortaya çıkan gezegen sakininin elinde bulunan Voyager 2005 bilgileri. Bu bilgilere nasıl ulaştıklarını anlamamız gerekir. Sonra nedense bu gezegen sakinini yine kendi arkadaşları, hem de sırtından laser tüfeği ile vurdular. Olayın gelişmesi belki de göründüğü gibi değil. İlk gelenin bize bir uyarı da bulunmaya çalıştığını da düşünmek de mümkün gibi geliyor. Belki de raporda belirtildiği gibi inandırıcılık sağlamak için içlerinden birini feda etmiş de olabilirler. Ancak bu uzaylı iki ateş arasında kalarak değil, kendi arkadaşlarının açtığı ateş sonucu yaralanmıştır. Bunun için askeri çıkarmadan önce, yaralı uzaylı ile temas kurmayı denememiz ve yine askerlerin desteğinde ancak bilim dairesi komutası altında bir ekibin yerleşim merkezine giderek ilk teması gerçekleştirmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Karşılaştığımız olay sanki küçük bir baskın grubunun saldırısına benziyor. Gözlem araçlarımız da gezegene de askeri faaliyet olarak yorumlayabileceğimiz hiç bir hareket tespit etmiyorlar.
Komutan Kawain – Görüşünüze teşekkür ederim. Ancak Dünya Merkez’in askeri operasyon konusunda ısrarı var. Dört uzay gemimiz yok edildi ve yirmi deneyimli adamımız öldürüldü. Bu nedenle teklifinizin kabul göreceğini tahmin etmiyorum. Dolayısıyla hemen Vyrgo’ya dönün. Kısa bir süre sonra oraları çok sıcak olacak.
Stas – Komutan Kawain içimden bir ses büyük bir yanlış yapıyoruz diyor. Son bir deneme yapma imkanımız olmaz mı?
Komutan Kawain – Belki direk saldırıya geçilmemesi konusunda askeri komutanlık ile anlaşabilirim. Ancak emrimi duydunuz Stas, derhal yerine getirin. Vaktiniz çok kısıtlı.
Uzay Tıp Dairesi Doktoru Karina – Komutan Kawain, yaralı gezegen sakini henüz komada, herhangi bir temas kurma imkanımız da yok. Organik bir canlı olmasına rağmen yapısı bizden çok farklı. Teşhis cihazlarımızın hiç biri sonuç vermiyor. Röntgen dahi çekemiyorum. Yüzeysel gözlem dışında yapabileceğimiz bir şey yok.
Komutan Kawain – Lütfen elinizden geleni yapın. Bu canlıdan alabileceğimiz bilgiler çok önemli.
22 haziran 4255
Komutan Kawain’in çalışmaları olumlu sonuç verdi. Ancak yerleşim biriminde istemediğimiz olaylar yaşandı. Tam anlamıyla bir kargaşa söz konusu idi. Yine küçük bir grup ile çatışma yaşanmış ve askeri birliklerimizin kullandıkları silahlar henüz çözemediğimiz bir şekilde Gezegen 14 sakinlerinin içinde yaşadıkları atmosferik yapının bozunmasına sebep olmuştu. Daha ilk ateş açılır açılmaz burada yaşayan canlılar kendiliğinden ölmeye başladılar. Bundan sonraki operasyon daha çok kurtarma operasyonuna benziyor. Bozunma öncesindeki atmosferik yapıya sahip ortama içeren özel bunkerlerde kurtardığımız canlıları tutmaya başladık. Dil uzmanlarımız kurtarılanlar ile anlaşmaya çalışıyorlar. Şimdilik pek başarılı oldukları söylenemez. Çünki bu canlıların bizim bildiğimiz gibi bir konuşma organı yok. Telepatik bir iletişim olasılığı üzerinde duruluyor.
23 haziran 4255
Yerleşim biriminde tam anlamı ile bir müze olan yapıyı inceledik. En önemli buluntu Voyager 2005’e ait bilgi panosu, ses ve video kayıtları ve araçtan arta kalan parçalar. Voyager 2005’in Gezegen 14’e düştüğü kesinlik kazandı.
25 haziran 4255
Yaralı olarak kurtulan Gezegen 14 sakini öldü. Kendisi ile bağlantı kurma imkanımız olmadı.
29 haziran 4255
Son yaptığımız araştırmalar ile bu canlıların yaşadıkları atmosferik şartların, Gezegen 14’ü boydan boya geçen bir fay hattı üzerinde, yerel olarak oluştuğunu tespit ettik. Yani Gezegen 14 sakinleri gezegenin sadece belirli yerlerinde yaşayabiliyorlar. Yaptığımız hesaplar, çarpışma sırasında bozunmaya uğrayan atmosferik yapının iki yıl içinde eski haline dönebileceğini gösteriyor.
3 temmuz 4255
Tüm olanlara mantıklı bir açıklama ancak Gezegen 14 sakinleri ile anlaşmayı ve kullandıkları yazı dilini çözdüğümüz zaman mümkün olacak. Şimdilik elimizde bir kaç cesur teoriden başka bir şey yok. Ancak bu canlıların hiç olmazsa bir kısmını kurtarmış olmamızdan son derece memnunuz. Onlarla anlaşma yolunu da bulacağımıza eminiz. Ne de olsa binlerce yıldır süren evrende akıllı yaşam arayışımızın bu şekilde sonuçlanması kabul edilir bir şey değil...........
25 şubat 4294
Gezegen 14 sakinleri ile bağlantı kurabileceğimiz bir dalga türü keşfedildi. Bu canlıların inanılmaz özellikleri var. Beyinleri binlerce yıllık bilgiyi tıpkı bir kütüphane gibi depolama yeteneğine sahip. Üstelik 16 mayıs 4255'de yaralı olarak kurtardığımız ve dondurma işlemi ile cesedini sakladığımız Gezegen 14 sakininin beynindeki kayıtlara dahi ulaşılabileceği keşfedildi. Geriye sadece konuştukları dilin çözülmesi kalıyor.
16 ocak 4296
Tarihi bir gün. Gezegen 14 sakinlerinin kullandıkları dil çözüldü.
28 eylül 4297
14'ün (yaralı Gezegen 14 sakinine bu adı vermiştik, gerçek adı ise Portzan idi) beyninde gizli olan bilgilerin yeniden kazanımı işlemi tamamlandı. O büyük bir yanlışı düzeltmek isteyen gerçek bir evren kahramanıydı. Bugün Gezegen 14 (Gezegen 14'ün Keranian dilindeki asıl adı Rahtimar'dır ki çeviri anlamı 'Yaşamın Beşiği''tir) sakinlerinin geleneklerine göre, bir kahramana yakışır cenaze töreni yapıldı.
Sen rahat uyu 14. Uğruna hayatını verdiğin isteğin gerçekleşti. Artık herkes gerçeği biliyor.
BİTTİ